Herkese selamlar🫂 Bugün size benim için comfort dizim haline gelmiş One Three Hill’den ve neden bu kadar sevdiğimden bahsetmek istiyorum🙃
Konusunu anlatmama gerek var mıdır bilmiyorum ama tabii ki gençlik, dram, kaos, aşk, arkadaşlık ve herkese yetecek kadar (dizide yetmiyor, o ayrı bir mesele 🙂↔️) yakışıklı, güzel ve çekici karakterlerimiz var. Yani kısaca ne ararsanız var diyebiliriz!
Dizi aslında iki birbirinden farklı dünyanın birleşmesiyle başlıyor. Farklı diyorum ama birleştikten sonra yaşanan patlamanın aslında tek sebebi: her şeyin ve herkesin birbiriyle sonsuz bir bağlantı içinde olması.
Bu bağlantılar zaman zaman insana çığlık attırıp “yeter be!” dedirtiyor ama dizide kendinden o kadar şey bulabiliyorsun ki bunlar tatlı sitemler olarak kalıyor.
1) En sevdiğim karakter: Brooke Davis 👠
İzlediğim dizi ve filmlerden anladığım kadarıyla oldukça asabi, hafif kötü fakat göstermediği tarafta pamuk gibi bir kalbe sahip olan karakterlere karşı fazla bir sempatim var 😩
Aslında bu karakterlerde asıl beğendiğim şey: her zaman mükemmel ve zeki olmaları değil; kesinlikle zamanla çok büyük bir karakter gelişimi göstermeleri.
Kendisi anlattığım tanıma çok uyuyor. Okulun en popüler kızı, oldukça asabi ve gerektiğinde fazlasıyla kötü. Fakat Brooke bu kadar mı?
Değil. Kendisi, gösterdiği kısımdan çok daha fazlası. Böyle popüler insanlar için genelde “sahte ve yüzeysel arkadaşlıkları vardır” diye bir algı vardır.
Fakat kendisi arkadaşlarına inanılmaz değer veren, yeri geldiğinde kendinden oldukça feragat eden, yeri geldiğinde ise çok büyük yaralar alsa bile oldukça affedici olan biri.
Brooke’un en iyi özelliği, benim için, her zaman var olan ve hep olacak “genç kız” — ya da öyle demeyelim — her gencin yaşadığı sendromları dibine kadar yaşıyor olması.
Fazla iyi olmamaktan, fazla güzel olmamaktan, fazla zeki olmaktan
sürekli korktuğundan bahseder ama dışarıdan dünyanın en iyi hayatını yaşıyormuş gibi gözükür.
Zamanla içini açabildiğinde ise kendini geliştirmeye belki bunların çoğu sorun bile sayılmasa da bunları çözmek için yola çıkar.
Önemli olan çözmek ya da çözmemek değildir. Eğer kendini geliştirecek güce sahipsen ve yola çıkıyorsan, bu kesinlikle bana daha çok geçen bir şey.
2) Dizideki “Kasaba Ruhu”
Küçük kasaba olayını hep sevmişimdir. Kasabadaki herkesin geldiği bir kafe, tek bir alışveriş merkezi, herkesin beraber eğlendiği bir gece kulübü ve daha fazlası…
One Tree Hill’de de herkes birbirini tanıyor. Dediğim gibi, herkes inanılmaz bağlantılı ve olayları kopartan şey bu oluyor. Ama bu dizilerde aşırı sıcak ve samimi bir ortam yaratıyor.
Benim de en sevdiğim şey hep bu oluyor.💌
3) Kıyafetler: düşük bel pantolonlar, kat kat giyilmiş atletler 👀
Dizide özellikle ilk sezonlarda bolca gördüğümüz düşük bel kot pantolonlar,
– Kat kat giyilen atletler (özellikle farklı renklerde üst üste giyilenler),
– Converse ve Vans tarzı spor ayakkabılar,
– Kolye, bileklik gibi bolca kullanılan takılar,
– Tarzlarıyla birbirinden ayrılan karaktere özgü stiller,
– Deri ceketler, mini etekler, grafik tişörtler gibi dönem parçaları…
Bunların hepsi o dönem gençliğinin stilini ve ruh halini yansıtıyor. Her karakterin kendi tarzı: Brooke’un şıklığı, Peyton’un ‘rock chick’ havası, Haley’nin tatlı sadeliği… One Tree Hill, 2000’ler modasının canlı arşivi gibi bence.
Bana kattığı en güzel şeylerden biri kesinlikle bu tarz. Diyebilirsiniz ki: “Zaten 2000’ler modası gayet yaygın bir şey, yeni mi kavrayabildin?”🤧
Doğru. Fakat bir tarzı, dizide sevdiğin karakterlerle gördüğünde bence insanın daha da içi ısınıyor.
En azından benim için öyle oldu. İzledikçe koşarak annemden bir şeyler almaya gidiyorumm 🫶🏻
4) Dizideki Duygusal Derinlik
Dizideki duygusal derinlik bence çoğu zaman bir kitap gibi hissettiriyor.
Özellikle Lucas’ın bölümlerin başında ve sonlarında kitaplardan alıntı yapması ve derin bir şekilde konuşması beni çok etkiliyordu.
Sadece bu değil; kaybı, acıyı, yeniden başlamayı, ihaneti, kaygıları… her şeyi çok düzgünce işlemeleri.
Ve dizideki her karakterin, aslında hepimizin ortak sorunlarıyla ilgili çok içten bir şekilde söyledikleri “küt” cümleleri olması… Bence izleyiciler ve benim için “yalnız olmadığımızı” hissettiren şeylerden biri.
Herkesin farklı sorunlarla boğuşması, büyüme süreçleri ve iç dünyaları var. Hiçbiri “kusursuz” değil. Bu da onları bize daha yakın yapıyor.
Ve son olaraak; duygusal sahnelerde kullanılan müzikler aşırı güzel oluyor genelde. Özellikle, dizinin kendi müziği olan Gavin DeGraw – “I Don’t Want to Be” şarkısını ilk keşfettiğimde kendisi
Her breakdown’uma ortak olan bir dert ortağıydı, aşırı seviyorumm 🩷
Bazı diziler vardır, sizin için sadece bir heves olur izlersiniz biter.
Bazılarıysa, sizin içinizden bir parça olur, içinizde büyür size bir sürü şey katar.
One Tree Hill de benim için tam da böyle bir dizi.
—
Okuduğunuz için çok teşekkür ederim 🌷 İlk defa bu tarz bir şey yazdım bu yüzden yorumlarınız varsa bekliyorumm 🩷
sonunda izleyen birileri, comfort dizim 🥹🤍🙏🏻
bugün başlamaya gidiyorumm